26 Nisan 2011 Salı

TALAT PAŞA'YA ERMENİ KURŞUNLARI

Talat Paşa!.. Talât Paşa!.."
İttihat ve Terakki'nin eski Başvekili Talat Paşa, kendisine seslenen adamı görmek için geriye döndü. Dönmesiyle ateşlenen bir tabancadan çıkan kurşunun alnına saplanması ve kaldırımların üzerine yığılması bir olmuştu.

Bir zamanlar, Osmanlı İmparatorluğunun kaderini elinde tutan Talat Paşa, İran'ın Selmas şehrinde doğan Salomon Taleyran adlı bir Ermeni Komitacısının kurşunuyla böylece can vermişti.

Olay Berlin'de geçiyor, takvimler 15 mart 1921'i gösteriyordu.

Eşi Hayriye hanım, kocasının ölümünden yıllar sonra, Talat Paşa'nın öldürülmesi konusunda şunları söylüyordu:

"Çok cesurdu. Tehlike nedir bilmezdi. Etrafında kimbilir, ne maksatla kimler dolaşıyor, dikkat et, dedikleri zamanlarda bile aldırmaz, çantasını koluna alınca, fırlar tek başına giderdi. Berlin'de -en sonunda kanına giren- katil daha önce iki kere karşısına çıkmış, Paşa'yla göz göze gelmiş. Fakat Paşa o kadar pervasız, sakin, hatta gülümseyerek bakıyormuş ki, adam avuçladığı silahını çıkarmaya cesaret edememiş ve nihayet: Ben Talat Paşa'ya baka baka silahımı çekemeyeceğim, ancak arkasından vurabilirim, demiş."

Talat Paşa Berlin'deyken, bir dostuna yurt hasreti içinde şunları söylemişti:

"Selanik'teyken ikide bir sürgün cezasına çarpılan Bulgar komitacılarıyla karşılaşırdık. Bunlar vatanlarından ayrılmadan evvel, jandarma nezaretinde bulundukları halde merasimle rıhtımın üzerinde toplanır ve içlerinden birisinin verdiği işaretle hep birden eğilip toprağı öperlerdi.

Bu, onlar için vatana dönüş umudunun bir ifadesiydi: Öptüğümüz toprak bizimdir, buraya yine geleceğiz... demek istiyorlardı. Bir gün ben de vatana dönersem, bilir misiniz ne yapacağım?"

Dostu: "Her halde siz de onlar gibi toprağı öpeceksiniz..." deyince, Talat Paşa ağlayarak şu karşılığı vermişti:

"Ne dersin sen? Ne dersin sen? Ben öpmekle doyamam ki... Yiyeceğim vatan toprağını, yiyeceğim..."

Talat Paşa, 1874 yılının 17 Ağustosunda Edirne'de doğmuştu. Yoksul bir ailenin çocuğu olarak ilk ve orta öğrenimini bitirdikten sonra Alyans İsrail okulunda iki yıl Fransızca okudu. Zeki, çalışkan bir gençti. Okul yöneticileri, kendisine bir yıl kadar Türkçe öğretmenliği görevini vermişlerdi.

Mehmet Talat, Edirne'de çok durmadı. Selanik’e giderek Telgrafhaneye maaşsız memur adayı olarak girdi. Hukuk Mektebi'ne kaydoldu. Bir yıl sonra. Telgrafhane "Mukayyid"i (Kayıt memuru) olarak maaşa geçti ve yirmi yaşının içindeyken politikayla ilgilenmeye başladı. Jön-Türklerle haberleşirken yakalandığından üç yıl sürgün cezası yedi, Hukuk Mektebini de ikinci sınıfında bırakmak zorunda kaldı.

Cezası iki yıl sonra bağışlandı ve 1898'de Selanik'le Manastır arasında "gezici posta memuru" oldu. Bu görevi, İttihat ve Terakki örgütünün bu dolaylardaki haberleşmesini, güvenlik içinde yapabilmesi amacıyla kabul etmişti. 1893 yılında Posta Telgraf Başmüdürlüğü kâtipliğine, 1903'te de başkâtipliğine getirildi. 1907 yılındaysa, İttihat ve Terakki'nin "İhtilâl Komitası" sivil kadrosunun basında olduğu anlaşılarak, görevinden çıkarıldı ve tutuklandı.

1908'de, İttihat ve Terakki'nin önde gelen kişilerinden biri olarak Mehmet Talat, İkinci Meşrutiyet Meclisine, Edirne mebusu seçildi. Önce Meclis Reis Vekilliğine getirildi, 1909 Temmuzundan başlayarak sırasıyla Dahiliye Nazırı, Meclis'te İttihat ve Terakki Fırkası Reisi, Posta Telgraf Nazırı ve yine Dahiliye Nazırı oldu.

1916 yılında, Sadrazam Sait Halim Paşa'nın istifasıyla onun yerine getirildi. Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı İmparatorluğunun yenilmesi ve Mondros Mütareke'sinin imzalanması üzerine, Enver ve Cemal Paşalarla birlikte yurtdışına kaçmak zorunda kaldı.

31 Temmuz 1918'de Mondros Mütarekesi uyarınca, Osmanlı İmparatorluğu orduları silahlarını bırakmış, yenilgiyi kabul etmişti, İttihat ve Terakki'nin üç büyükleri, Talat, Enver ve Cemal Paşaların, savaş suçlusu olarak yargılanmaları kesindi. Bu nedenle, üç büyükler yurtdışına kaçmaya karar verdiler,

Talat Paşa, yurt dışına çıkmadan önce, yerine getirilen Başvekil İzzet Paşa'ya şu mektubu göndermişti:

"Pek muhterem ve mübarek tanıdığım İzzet Paşa Hazretlerine,

Memleketin bir müddet ecnebi nüfuz ve tesiri altında kalacağını anladım. Buna rağmen memlekette kalmak ve millet muvacehesinde muhakeme olmak fikrinde idim. Bütün dostlarım bunu atiye talik etmek için ısrar ettiler. Zat-ı fahimtaneleriyle istişare edemedim. Müşkül mevkide kalacağınızdan çok düşündükten sonra sarfı nazar ettim. Bütün hayat-ı siyasiyemde hedefim, memleket namuskârane ve fedakârane hizmet etmek idi. Şahsen buna muvaffak oldum. Bütün servetim, zat-ı şahanenin ihsan ettiği otomobil esmanıyla (değer, kıymet) her ay artırdığım yirmişer liradan müterakim bin altı yüz liralık istikraz-ı dahili bedelinden ve bir de dört arkadaşımla birlikte isticar (kiralamak) ettiğimiz çiftliğin devri icarından hasıl olan paradan ibarettir. Bunun bir kısmını aileme terk ederek bir kısmını yanıma aldım. Bundan başka bir nesneye malik değilim. Millete karşı hesap vermek ve muhakeme olarak tayin edilecek cezayı kemal-i cesaretle çekmek isterim, işte zat-ı fahimanelerine söz veriyorum. Memleketim ecnebi nüfuz ve tesirinden azade kaldığı gün, ilk telgrafınıza itaat edeceğim. Baki kemal-i hürmetle ellerinizden öperim muhterem Paşa Hazretleri.

2 Teşrinisani 1334 (2 Kasım 1918)
Mehmet Talat"


2 Kasım 1918 cumartesi gecesi, saat 11'e yaklaştığı sırada, karanlıklar arasında iki kişi hızlı hızlı rıhtıma doğru yürüyordu. Bunlardan biri Talat Paşa, öteki de İhsan Namık Bey'di. Rıhtıma yaklaştıklarında üç kişinin daha orada beklediğini gördüler. Talat Paşa, İhsan Bey'e dönerek:

"Bir kadınla iki erkek dolaşıyor, bunlar kimdir İhsan?" diye sordu.

"Belki de pokerden dönüyorlardır. Paşam..."

Bekleyen üç kişiden biri onlara doğru ilerleyince, tanımakta gecikmediler: Bu Enver Paşa'ydı.

Eski Harbiye Nazırı Talat Paşa'nın elini sıktıktan sonra:

"Tam zamanıdır, motor da neredeyse gelir..." dedi.

Gerçekten de az sonra, burnunda cansız bir ışıkla yol alan bir motor Amerikan Koleji yönünden gelerek rıhtıma yanaştı. Enver Paşa, kendisini uğurlamaya gelen kız kardeşini kucakladıktan sonra motora atladı. Onu ötekiler izlediler. Biraz sonra bütün yolcularını alan motor, açıkta kendilerini bekleyen Alman torpitobotuna yanaşıyordu.

Talat Paşa Berlin'e yerleşmişti. Anılarını yazıyor, karısıyla birlikte yoksul sayılabilecek bir hayat yaşıyordu. Sık sık karısı Hayriye hanıma:


"Beni bir gün sokakta vuracaklar. Alnımdan kanlar akarak yere serileceğim. Yatakta ölmek nasip olmayacak. Ama ziyanı yok, varsın vursunlar, vatan benim ölümümle bir şey kaybetmez. Bir Talat gider, bin Talat gelir!.." derdi.

Bir gün ya Ermeni Komitacılarının ya da bir başka düşmanının kurşunlarıyla can vereceğini biliyordu. Özellikle Ermeni Komitacılarının...

Ermeniler, 1878 Türk-Rus savaşından sonra Doğu illerimizde bağımsız bir devlet kurmak istiyorlardı. Çarlık Rusyası ve İngiltere, Ermenileri sürekli olarak kışkırtıyor, Amerikan misyonerleri de aynı yönde çalışmalar yapıyorlardı. Aya-Stefanos Anlaşması (Yeşilköy'ün eski adı) yapılırken, Avrupa Devletlerinin Berlin Kongresi'ndeki yetkili delegelerine bu amaçla baş vurmuşlar fakat, diplomatik yollardan yaptıkları bu baş vurmanın sonuçsuz kalmasıyla birtakım anarşist örgütler kurarak, sabotaj ve ayaklanma eylemlerine girişmişlerdi. Hınçak ve Taşnak adlı bu gizli örgütler, her eylemlerinde karşılarında Osmanlı Hükümetini buluyor, yabancıların işe karışmasını sağlamak için, "Türkler, Ermenileri kesiyor!.." şeklinde propaganda yaparak, Avrupa'yı birbirine katıyorlardı.

Ermeni Komitacılar, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından sonra, Ermenilerin Doğu illerimizden göç ettirilmelerinde İttihat ve Terakki'nin, dolayısıyla bu örgütün önderleri durumundaki Enver, Talat ve Cemal Paşaların parmağını görüyor, intikam için fırsat kolluyorlardı.

15 Mart 1921 günü Talat Paşa, her zamanki gibi erkenden kalkmış saat ona kadar çalıştıktan sonra, eşine dönerek:

"Haydi Hayriye, seninle biraz dolaşalım. Hava almış olursun..." demişti.

Fakat mutfakta yemek pişirmekte olan karısı:

"Ben çıkmayayım. Hem yorgunum, hem de ateşte yemek var." diye karşılık verdi.

Talât Paşa Hardenberg Strasse'deki evinden çıkıp tek başına yürümeye başlamıştı. Daldın ve düşünceli bir şekilde. Kurfüstendam caddesine saptı. Daha birkaç adım atmamıştı ki, arkasından birinin:

"Talat Paşa!.. Talat Paşa!.." diye bağırdığını duydu. Geriye döndü ve...

Rumeli'de başlayan, fırtınalar içinde geçen bir hayat,. Kurfüstendam caddesinin kaldırımları üzerinde sona ermişti. Katil Salomon Taleyran, 24 yaşında üniversite öğrencisi gözü dönmüş bir Taşnak Komitacısıydı.

Alman mahkemesi, kendi toprakları üzerinde işlenen bu cinayetin suçlusuna hiç bir ceza vermeyerek, Taleyran’ı beraat ettirdi. Yıllarca dost bildiği, Birinci Dünya Savaşı'nda kader birliği ettiği Almanya, onun anısına ve kanlı ölüsüne bile saygı göstermemişti.

Talat Paşa'nın cenazesi, aradan 22 yıl geçtikten sonra 25 Şubat 1943'te yurda getirilerek Hürriyet-i Ebediye tepesindeki şehitliğe gömülmüştür. Talat Paşa, dostuna söylediği biçimde yurdunun toprağını yiyememiş, ancak bir torba kemik olarak yurt topraklarında sonsuz uykusuna dalmıştır.

18 Aralık 2007 Salı

Talat Paşa’nın Ölümünün Ardından


Talat Paşa’nın ölümünden iki gün sonra, yani 17 Mart 1918’de düzenlenen cenazesinde Türkiye’den tanıdığı resmi Almanlar da bulunmaktaydılar. Alman hükümeti taziye için özel memurlar göndermişti. İsviçre büyükelçisi cenaze töreninin büyükelçilikte olması emrini vermiş, ancak bazı resmi Türk memurları korkmuşlar, Talat Paşa’nın idama mahkûmiyetini öne sürerek buna mani olmuşlardır.

Cenazeye katılmış olan Dr. Nazım orada Doğu milletleri temsilcilerinin konuşmalarını şöyle özetlemiştir:

“Bu cinayet şahsi yahut milli intikamın mahsülü değil, İslam milletleri hakkında takip olunan emperyalist siyasetin bir neticesidir. Biz bunun intikamını alacağız. Fakat caniler gibi masum kanı akıtmakla değil, esaret zincirlerini kırarak geleceğimizi kazanmakla alacağız. Talat’ın mukaddes ruhu bu gaye için en büyük vazifesini oynayacaktır.” (HÇ 187-188)

Ölümünden beş gün sonra Hâkimiyeti Milliye gazetesinde şöyle bir yorum çıkmıştı:

“... Bu cinayetin sebebini her şeyden evvel, İngiliz suikastlarında aramak zaruridir İngilizlerin, askerle ve politikayla başa çıkamadıkları Türkiye’ye bugün ölçeği geniş bir suikast tertibatı hazırladıkları anlaşılıyor... Bu iğrenç cinayet İngiliz hıyanetinin beşeriyetin yüzünü kızartacak ne çirkin bir raddeye ilerlediğini bir kere daha gösterir. İngilizler, iğrenç politikalarıyla harp zorbalıklarına şimdi bir de Türk ricalini[5] saklıca arkadan vurmak fenalığını ilave ettiler... Vefatı cidden esef vericidir. Cenabı Hakk yüce rahmetine mazhar eylesin.” (HÇ 185)

Ermeni teröristleri tarafından şehit edilen İttihatçılar ve Nemrut Mustafa Divanı tarafından tehcir nedeniyle idama mahkûm edilenlerin yakınlarına Cumhuriyet yönetimi 1926 yılında çıkardığı bir yasayla elini uzatmıştır. 27 Haziran tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 882 numaralı kanunun başlığı “Ermeni Suikast Komiteleri Tarafından Şehit Edilen veya Bu Uğurda Suveri Muhtelife ile Duçarı Gadrolan Ricalin Ailelerine Verilecek Emlak ve Arazi Hakkında Kanun”dur. Verilen kanun teklifinin birinci maddesi şudur:

“Ermeniler tarafından siyasi maksatlarla şehit edilen Türk siyasi reislerinin eş yahut çocuklarına Ermeni mallarından ve terk edilmiş emlakinden bir mesken mülk olarak verilir.” (HÇ 193)

İnönü hükümeti bu kanun teklifinin gerekçesini şöyle açıklamıştır:

“Memleketimizin daima geleceğinin selametini ve milletimizin ilerlemesini ve yükselmesini ve saadetini emel ve hareket düsturu kabul etmiş olmalarından dolayı suikasta maruz kalarak şehit edilen memleket erkân ve ricalinin milletin emin eline bırakılmış yetim ve dullarının çoğu ahvalde fakru zarurete düştükleri görülmektedir. Büyük mefkûreler arkasında nihayet hayatlarını feda eden yüce zevatın aile ve evlatlarının tevhidi âlâmı için onları mükâfatlandırmak, emsalini cesaretlendirir ve milletin şükran hissini gösterir ve teyit eder. İşte bu mütalaa ile ekli kanun tasarısı kaleme alınmıştır.” (HÇ 194)

Talat Paşa’nın kemikleri 1943’te Türkiye’ye getirildi ve İstanbul’da Hürriyeti Ebediye tepesine gömüldü.
Sonsöz
Birçok ülkede çıkarılan “Ermeni soykırımı” kanunlarında veya tartışılan kanun tasarıları çerçevesinde Jön Türkler sürekli olarak suçlanmakta ve caniler olarak gösterilmektedir. Bu kişilerin başında Talat Paşa gelmektedir. Unutmamak gerekir ki, Jön Türkler Türkiye’de cumhuriyet devriminin temelini oluşturan bir topluluktu ve bizim Milli Demokratik Devrimimiz’in ilk nüveleri bu topluluk içinde oluştu. 1908’deki Meşrutiyet devriminin arkasında Jön Türkler’in kurdukları İttihat ve Terakki vardı. Yani Jön Türkler’e saldırmak bir anlamda cumhuriyetimizin en önemli tarihsel kaynağına saldırmaktır. Jön Türkler’i cani ilan edenler, bir zaman sonra cumhuriyetimizin kurucularını da cani ilan edeceklerdir. Bu bağlamda herkesi gerçeklere sahip çıkmaya, Jön Türkler’i ve Talat Paşa’ları öğrenmeye, öğretmeye ve yeri geldikçe hatırlamaya ve anmaya davet ediyoruz. Hikmet Özdemir’in deyişiyle: “Talat Paşa ve onun gibi katledilen insanlar Türk ulusunun vicdanlarına emanet edilmiş şehitlerdir”.
Kaynakça
· Hikmet Çiçek, Dr. Bahattin Şakir, İttihat ve Terakki’den Teşkilatı Mahsusa’ya Bir Türk Jakobeni, Kaynak Yayınları, 2004
· Tessa Hofmann, Annäherung an Armenien, Geschichte und Gegenwart, Beck’scheReihe, 1997
· Ovanes Kaçaznuni, Taşnak Partisi’nin Yapacağı Bir Şey Yok, Kaynak Yayınları, 2005
· Selami Kılıç, Ermeni Sorunu ve Almanya, Kaynak Yayınları, 2003
· Hikmet Özdemir, 21 Mart 2005 tarihinde Başkent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi tarafından düzenlenen “Talat Paşa Cinayeti” adlı konferansta yaptığı konuşma
· Mete Soytürk, 1. Dünya Savaşı’nda Anadolu’da Yaşanan Olaylarda Türk Genelkurmayı’na Hakim Olup Türk Ordularına Komuta Eden Alman Subayların Emelleri
· Ali Söylemezoğlu, Ermeni Soykırımı İddialarının Sunduğu Fırsatı Değerlendirelim, http://www.tgh-jugend.de/belgeler/ermeni_sorunu/20051219_ali_soylemezoglu.html
· http://www.armenianquestion.org/
· http://www.turkcebilgi.com/

Talat Paşa’nın Ölümünün Ardından


Talat Paşa’nın ölümünden iki gün sonra, yani 17 Mart 1918’de düzenlenen cenazesinde Türkiye’den tanıdığı resmi Almanlar da bulunmaktaydılar. Alman hükümeti taziye için özel memurlar göndermişti. İsviçre büyükelçisi cenaze töreninin büyükelçilikte olması emrini vermiş, ancak bazı resmi Türk memurları korkmuşlar, Talat Paşa’nın idama mahkûmiyetini öne sürerek buna mani olmuşlardır.

Cenazeye katılmış olan Dr. Nazım orada Doğu milletleri temsilcilerinin konuşmalarını şöyle özetlemiştir:

“Bu cinayet şahsi yahut milli intikamın mahsülü değil, İslam milletleri hakkında takip olunan emperyalist siyasetin bir neticesidir. Biz bunun intikamını alacağız. Fakat caniler gibi masum kanı akıtmakla değil, esaret zincirlerini kırarak geleceğimizi kazanmakla alacağız. Talat’ın mukaddes ruhu bu gaye için en büyük vazifesini oynayacaktır.” (HÇ 187-188)

Ölümünden beş gün sonra Hâkimiyeti Milliye gazetesinde şöyle bir yorum çıkmıştı:

“... Bu cinayetin sebebini her şeyden evvel, İngiliz suikastlarında aramak zaruridir İngilizlerin, askerle ve politikayla başa çıkamadıkları Türkiye’ye bugün ölçeği geniş bir suikast tertibatı hazırladıkları anlaşılıyor... Bu iğrenç cinayet İngiliz hıyanetinin beşeriyetin yüzünü kızartacak ne çirkin bir raddeye ilerlediğini bir kere daha gösterir. İngilizler, iğrenç politikalarıyla harp zorbalıklarına şimdi bir de Türk ricalini[5] saklıca arkadan vurmak fenalığını ilave ettiler... Vefatı cidden esef vericidir. Cenabı Hakk yüce rahmetine mazhar eylesin.” (HÇ 185)

Ermeni teröristleri tarafından şehit edilen İttihatçılar ve Nemrut Mustafa Divanı tarafından tehcir nedeniyle idama mahkûm edilenlerin yakınlarına Cumhuriyet yönetimi 1926 yılında çıkardığı bir yasayla elini uzatmıştır. 27 Haziran tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 882 numaralı kanunun başlığı “Ermeni Suikast Komiteleri Tarafından Şehit Edilen veya Bu Uğurda Suveri Muhtelife ile Duçarı Gadrolan Ricalin Ailelerine Verilecek Emlak ve Arazi Hakkında Kanun”dur. Verilen kanun teklifinin birinci maddesi şudur:

“Ermeniler tarafından siyasi maksatlarla şehit edilen Türk siyasi reislerinin eş yahut çocuklarına Ermeni mallarından ve terk edilmiş emlakinden bir mesken mülk olarak verilir.” (HÇ 193)

İnönü hükümeti bu kanun teklifinin gerekçesini şöyle açıklamıştır:

“Memleketimizin daima geleceğinin selametini ve milletimizin ilerlemesini ve yükselmesini ve saadetini emel ve hareket düsturu kabul etmiş olmalarından dolayı suikasta maruz kalarak şehit edilen memleket erkân ve ricalinin milletin emin eline bırakılmış yetim ve dullarının çoğu ahvalde fakru zarurete düştükleri görülmektedir. Büyük mefkûreler arkasında nihayet hayatlarını feda eden yüce zevatın aile ve evlatlarının tevhidi âlâmı için onları mükâfatlandırmak, emsalini cesaretlendirir ve milletin şükran hissini gösterir ve teyit eder. İşte bu mütalaa ile ekli kanun tasarısı kaleme alınmıştır.” (HÇ 194)

Talat Paşa’nın kemikleri 1943’te Türkiye’ye getirildi ve İstanbul’da Hürriyeti Ebediye tepesine gömüldü.

Talat Paşa’nın Öldürülmesi


Talat Paşa 15 Mart 1921 Salı günü Berlin Hardenbergstr.’deki 27 numaralı evinden çıktığı sırasında kendisini bir süredir takip eden katil Tehleryan arkadan kafasına bir kurşun sıktı ve Talat Paşa o anda ruhunu teslim etti. Ardından silahını atan katil kaçmaya başlamış, fakat o sırada olayı görenler tarafından yakalanıp kafası yarılmış ve polise teslim edilmiştir.

Talat Paşa cinayetiyle ilgili olarak 21 Mart 2005 tarihinde Başkent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi tarafından düzenlenen konferansa konuşmacı olarak katılan Türk Tarih Kurumu Ermeni Araştırmaları Başkanı Prof. Dr. Hikmet Özdemir, Talat Paşa cinayetiyle ilgili çok önemli bulguları izleyicilerle paylaşmıştır.

Talat Paşa’nın katili cinayetin ardından Berlin’de 2-3 Haziran günlerinde sadece iki gün süren duruşmalardan sonra mahkeme tarafından beraat ettirilmiş serbest bırakılmıştır. Esasen bu mahkemede bir hukuk katliamı yapıldığını söyleyebiliriz. Bu hukuk katliamı maalesef bugün Amerika’da, Avrupa’da ve hatta Türkiye’nin bazı “aydın” çevrelerinde sürmektedir.

Talat Paşa’dan sonra işlenen cinayetlerde katil hep kaçmasına rağmen, Talat Paşa cinayetinde kaçamamıştır. Halk tarafından yakalanmış ve polise teslim edilmiştir. Talat Paşa’nın cesedi iki saat kadar cadde ortasında kalmıştır. İlk anda kimliği bile saptanamamıştır. Koruması filan yoktur. (HÖ 10)

O zamanki Alman Ceza Kanunu’na göre katilin kasten adam öldürme (yani tasarlanmış bir cinayet) suçundan yargılanması ve idam edilmesi gerekiyordu. Eğer ölüm istenmeden veya maktülün ağır tahriki sonucu oluşmuşsa, hafifletici bir neden olarak kabul edilir ve sanık en fazla altı ay hapis cezasına çarptırılırdı. Öldürme eylemi kasten, ancak planlanmadan yapılmışsa, cezası beş yıl ağır hapisti. Ayrıca sanık olay sırasında bilinç kaybına uğramış veya hastalık hali içinde ve ne yaptığının bilincinde değilse beraat ederdi. Mahkeme işte bu son maddeye, sanığın sözümona “saralı” olduğuna ve buna bağlı bilinç kaybına uğradığına binaen kendisini beraat ettirmiştir.

26 Mayıs 1921 tarihinde, yani mahkemeden bir hafta önce savcılık Prusya Adalet Bakanlığı’na şöyle bir yazı gönderilmiştir:

“Bu yılın 15 Mart günü Türk Sadrazamı Talat Paşa’yı Berlin’de öldüren Ermeni’ye karşı açılan ve önümüzdeki günlerde başlayacak olan davanın politik bir boyut kazanacağı kamuoyunda politik meselelerin yoğun olarak tartışılacağı ve suikasta yol açan motifin öne çıkarılacağı, bununsa Almanya’yla Türkiye arasındaki ilişkileri zedeleyeceğinden korkulmaktadır. Sanık avukatlarının, yani katilin avukatlarının öncelikle bu suikastı Türk boyunduruğuna karşı acı çeken Hristiyan bir halkın, yani Ermenilerin hürriyet uğruna kahramanca atılımı olarak yansıtacakları beklenebilir.” (HÖ 11)

Alman makamları mahkeme sırasında 1. Dünya Savaşı sırasında Ermeniler’e dönük uygulamaların tartışma konusu olmasından, Almanya’nın konuyla ilgili tutumunun konuşulmasından, Talat Paşa’nın genel politik rolünden, Almanlar’la ilişkilerinden ve Almanlar’la ilgili düşüncelerinden bahsedilmesinden çekinmiş olmalıdırlar. Talat Paşa Alman-Türk dostluğunun katı bir temsilcisi olarak görülmekteydi ve İslam dünyasının da gözü bu davadaydı. Ayrıca Alman Dışişleri Bakanlığı davaya yayın yasağı getirilmesini istemiştir. Dava esasen Alman Dışişleri’nin talebi üzerine beraatle sonuçlandırılmıştır. (HÖ 11-12)

Şimdi Hikmet Özdemir’in Başkent Üniversitesi’nde yaptığı konuşmasında Talat Paşa davasıyla ilgili değindiği bazı önemli bulgulara değineceğiz.

Katil Tehleryan yakalandıktan sonra ilk sorgusu gazetelerin akşam baskısında yayınlanmıştı. Aynı şekilde sorguyu yapan polis görevlisi de mahkemede tanık olarak dinlenmişti. Katil sorgusunda şöyle demiştir:

“Almanya’ya sadece Talat Paşa’yı öldürmek için geldim, ailem Ermeni tehcirinde öldü, ben tesadüf eseri ölümden döndüm, daha o zaman Talat Paşa’yı öldürmeye ant içtim... Ermeni asıllı bazı vatandaşlar Talat Paşa’yı öldürmem için para verdi. Epeydir Berlin’deydim, çeşitli pansiyonlarda kaldım, birkaç hafta evvel Talat Paşa’nın Hardenberg Sokağı dört numaralı evin ikinci katında oturduğunu öğrendim.” (HÖ 13)

Katil Almanca bilmemekteydi, bana rağmen Talat Paşa’nın oturduğu evi bulmuş ve karşısındaki eve kiracı olarak yerleşmişti. İfadesinde şunları da söylemiştir:

“Onu rahatça izlemek ve alışkanlıklarını ezberlemek için tam karşısındaki binada oda tutum. Talat Paşa her sabah saat 9’a doğru hayvanat bahçesi civarında oturan bir akrabasını ziyaret etmekte, sabah gazetelerini okumak için evden çıkardı, o gün evden saat 11’i geçerken çıktı. Şimdi, Talat Paşa’nın öldüğünü duyan vatandaşlarım rahat bir nefes alacak ve bu başarımdan ötürü benimle iftihar edeceklerdir, bunu düşününce seviniyorum. Cinayeti sadece bu duyguyu tatmak için işledim, bu cinayeti soğukkanlı bir şekilde önceden hesaplayarak, hazırlanarak işlediğimi itiraf ediyorum, sorumluluğu vicdan rahatlığıyla taşıyorum.”

Sorgu yargıcı mahkemede tanık olarak sanığın bu sözlerini onaylamıştır. Mahkeme başkanının “sanık bu kararı (yani öldürme kararını) ne zaman almıştı” sorusu üzerine “ülkesinde; kendisine orada bir tabanca temin etmiş” demiştir. Bunlar cinayetin bilinçli bir şekilde yapıldığının kanıtıdır. (HÖ 14)

Buraya kadar cinayetin planlı bir şekilde işlendiği konusunu işledik. Şimdi başka ilginç bulgulara geçeceğiz. Bunlardan birincisi Talat Paşa’nın ölümünden birkaç ay sonra Berlin’deki İngiliz Büyükelçiliği’yle ilgisi bulunan Hintli bir zenginin, şoförü tarafından öldürülmesidir. Hintli zenginin karısı (veya metresi) mahkemede “kocamı İngilizler öldürttü, çünkü Talat Paşa’yı katleden komiteye İngiltere Sefareti’nden verilen mükafaata ve daha bu gibi mühim sırlara vakıftı” demiştir. Eski İzmir Valisi Tahsin Uzer bu ifadeyi “mahkemenin bu zabıtlarını bütün Alman gazeteleri büyük harflerle yazdılar” diyerek 1922 yılında yazmıştır. [Tahsin Uzer tehcir sırasında Erzurum valisi idi ve Ermeni mebuslardan Ermeniler’e iyi davrandığı için teşekkür almıştı. (HÖ 15) Ancak Alman gazeteleri bu konuyla ilgili olarak henüz araştırılmamıştır.]

Talat Paşa cinayetinin mahkemesinde bir mahkeme başkanı, bir jüri ve bir de gözlemci yargıç vardır. Gözlemci yargıç 21 Haziran 1921 günü bir gazete yayımlanan okuyucu mektubunda “davaya dair bir memnuniyetsizlik hissinin oluştuğu”nu yazmıştır. Mahkemenin kararı Almanya’da bazı çevreler tarafından alkışlanırken, bazı çevreler tarafından yüzkarası olarak nitelenmiştir.

Cinayetle ilgili ilginç bir olay da 1935’te gerçekleşmiştir. Bu yıl Amerikan polisi Alman polisine katil Tehleryan’ı azmettirenlerin izini bulduklarını bildiriyor ve beraber yakalamayı öneriyordu. Ancak Berlin polisi mahkemenin olayı nitelendirme şeklinden ikna olduğu için gerekli adli başvuruda bulunma ihtiyacını hissetmiyordu. Bunun nedeni de açıktır. Sözümona “saralı” olduğu için cinayet davasında beraat ettirilen kişinin azmettiricisinin olmaması gerekir. (HÖ 16) Yani esasen bu olay Alman mahkemeleri için bir yüzkarasıdır ve bizce bugün Alman aydınları ve hukukçuları tarafından irdelenmesi gerekir.

Yukarıda Osmanlı 3. Ordusu Kurmay Başkanı Felix Guse’den alıntılar yapmıştık. Yine 1. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı ordusunda Enver Paşa’dan sonra gelen Bronsart Paşa’nın Talat Paşa’yı uyardığını belirtmiştik. Bu kişiler ilgili mahkemede sözkonusu edilen tarihin birinci dereceden tanıkları oldukları halde mahkeme salonunda dinlenmemişlerdir. Bronsart Paşa Talat Paşa’yla ilgili açık bir mektup yayınlamış, neden bu tehcir kararının alındığını açıklamış, kararın uygulanması sırasında yanlış yapan yöneticilerin de nasıl cezalandırıldıklarını açıkça belirtmiştir. Yazısının başlığı “Talat Paşa lehine bir ifade”dir.

Mahkeme salonunda dinlenen, Osmanlı İmparatorluğu’nda savaş sırasında görev yapmış olan tek paşa Liman von Sanders’tir. Liman von Sanders de Talat Paşa’nın Ermeniler’in yok edilmesine yönelik bir emri olmadığını belirtmiş, pozisyonu itibariyle böyle bir şeyi bilebilecek durumda olduğunu ve böyle bir şeye şahitlik etmediğini söylemiştir. Ayrıca tehcir kararının zorunlu olduğuna vurgu yapmıştır. Hikmet Özdemir’in önemle altını çizdiği nokta, bir cinayet mahkemesinde katilin değil, öldürülenin yargılanmış olduğudur. Yapılan adeta bir hukuk katliamıdır. (HÖ 17)

Katil Tehleryan’la ilgili önemli bir diğer bilgi de kendisinin 1915’te İstanbul’da işlediği bir cinayettir. Tehcir kanunu çıkmadan önce 24 Nisan 1915 tarihinde Bakanlar Kurulu 235 kişiyi zorunlu göçe tabi tutmuştu. Bir Ermeni doktor, o 235 kişinin isimlerini İstanbul’daki polis müdürüne ihbar ettiği iddia edilen bir Ermeni’nin ismini Tehleryan’a vermiş ve bu kişi o Ermeni’yi öldürmüştü. Öldürülen Ermeni’nin adı Mıgırdiçyan’dır. Bu bilgiyi veren, Ermeni tezlerinin Almanya’daki belki de en büyük savunucusu (ve üreticisi) Tessa Hofmann, Tehleryan’ın ayrıca Taşnak Partisi’nin gizli özel komando bölümünün bir üyesi olduğu yazıyor. (TH 103)

Bütün bu bulgulardan ortaya çıkan şudur ki, Tehleryan gayet planlı bir şekilde ve bir istihbarat kuruluşu hesabına bu cinayeti işledi. Talat Paşa davası da kendisinin şahsında dönemin liderliğinin yargılanması davasına dönüştü.

Talat Paşa ve Ermeni Sorunu


Yukarıda bahsi geçen, 27 Mayıs 1915 yılında çıkan Tehcir (göç ettirme) Kanunu’nun çıkış amacı savaş halindeki Türk ordusunun cephe gerisini korumak, isyan ve ayaklanmaları önlemektir. Bu kanunun adından da bellidir: “Savaş Zamanında Hükümet Uygulamalarına Karşı Gelenler İçin Asker Tarafından Uygulanacak Önlemler Hakkında Geçici Kanun”. 1915 yılının Mayıs ayına gelinene kadar olanları kısaca hatırlayacak olursak...

· 1914 yılı sonunda Rusların saldırısı başladı ve Kars düştü.
· Ardından Sarıkamış harekatı düzenlendi ve sadece soğuk nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu 90,000 askerini kaybetti. (Başında Alman generalleri ve onların [Mete Soytürk’ten aktarıyorum] “sen aslansın, sen kaplansın, sen Napolyon’sun, seni Kafkasya’nın, Orta Asya’nın hakimi yapacağız” diye yüreklendirdikleri Enver Paşa’nın olduğu bu harekat büyük bir faciayla sonuçlandı.)
· Sarıkamış faciasının ardından Ocak-Şubat aylarındaki Rus ilerleyişi sırasında Ermeni çeteler katliamlar yaptılar.
· Bu dönemde İtilaf Devletleri’nin Çanakkale’ye saldırısı beklenirken, Adana’dan Urfa’ya, Erzurum, Muş ve Van’a kadar olan bölgede isyanlar çıktı. Özellikle Van’daki isyan çok büyük çapta ve vurucudur.

Osmanlı 3. Ordusu Kurmay Başkanı Felix Guse savaştan sonra şunları yazmıştır:

“Daha savaşın hemen başlangıcında, 1914 yılının Kasım ayında Ruslar Doğubeyazıt’ın çevresini işgal ettiler. Bunu fırsat bilen Ermeniler çevredeki köy ve kasabalardaki Türkleri vahşice katletti.”

Batı’da Ermeni sorunuyla ilgili yayımlananan araştırma ve incelemelerin büyük kısmında Türkler’in 1. Dünya Savaşı sırasında Ermeniler’e soykırım yaptıkları öne sürülmektedir. Esasen birçok tarihçi ve araştırmacının çalışmaları incelendiğinde kendilerinin başta Ermeni, İngiliz, Fransız ve Alman propagandasının etkisi altında kaldıkları görülür. Bununla ilgili olarak Osmanlı Üçüncü Ordusu Kurmay Başkanı Felix Guse 1925 yılında şunları yazmıştır:

“Türklerin, Ermeniler’in yok edilmesi doğrultusunda emir vermiş oldukları iddia edilebilir. Ancak bu konuda elle tutulur bir delil bulunmamaktadır. Gerçi Talat Paşa’nın yargılanması sırasında böyle birtakım deliller mahkemeye sunulmuşsa da, tüm bunlar, Ermeniler tarafından kaleme alınmış propaganda amaçlı ve aslı esası bulunmayan bazı düzmece delillerdi...

İşin asıl garip tarafı ise Alman kamuoyunun büyük bir kısmının müttefikimiz için değil, aksine onun düşmanı Ermeniler için çalışıyor olmalarıdır. Almanya’da – bugün de olduğu gibi – Türkler’den çok Ermeniler’in haksızlığa uğradıkları kanısı yaygındır. Alman kamuoyunun sorunu bu şekilde algılamasında elbette ki Dr. Lepsius’un büyük katkıları olmuştur. Aslına bakılırsa ‘Asıl acınacak Türkler’di. Çünkü, onların acılarını dindirecek, sıkıntılarını giderecek ve uğradıkları büyük haksızlığı Batı kamuoyuna duyuracak ne Alman ne de Amerikan misyonerleri bulunmaktaydı.’ Ermeniler kendilerini acındırmayı çok iyi becerdiler ve yıllarca bu türden propagandalar yaptılar.” (SK 58)

(Bilindiği gibi son olarak 16 Haziran 2005 tarihinde Alman Parlamentosu’ndan bir yasa çıktı ve bu yasa demokrasi tarihinde nadir rastlanan bir şekilde istisnasız bütün milletvekillerinin evet oylarıyla kabul edildi. Üstelik de Alman Dışişleri Arşivleri’nin açıkça bir soykırıma işaret ettiği propagandası sürekli yapıldı. Halbuki bu gerçeğe uygun değildir. Ayrıca sürekli Alman Dışişleri Arşivleri’nden söz edilirken, Alman Askeri Arşivleri’ne çok az değinilmektedir. Bir örnek vermek gerekirse, Spiegel dergisi bile, ki bu dergi soykırım yapıldığı görüşündedir, 18 Nisan 2005 tarihli sayısında şöyle yazmıştır:

"Antiarmenische Äußerungen und Ausdrücke des Mitgefühls in den internen deutschen Papieren halten sich nach Ansicht von Experten ungefähr die Waage."

Bu yasanın görüşülmesi sürecinde Türk kuruluşları ve aydınlarına maalesef hemen hemen hiç söz hakkı verilmemiş, Türk tezleri dinlenmemiştir.)

Değerli araştırmacı Mete Soytürk 500 cildi aşan askeri dergiler ve kitaplardan derlediği çalışmalarında Tehcir kanununun çıkarılmasında o sırada Osmanlı İmparatorluğu’nda bulunan ve orduyu yöneten Alman komutanlarının rolleriyle ilgili önemli bulgulara ulaşmıştır. (Dilerim, kendisini bir gün burada konuk etme imkanımız olur.) Çalışmasından bazı satırları aktarıyorum:

“Askeri Harekât Dairesi Başkanı Yarbay Feldmann ise, açık açık göç kararı veren Alman subaylardan birinin de kendisi olduğunu yazıyor. Neden olarak da yukarıdaki isyanı vurguluyor. Diğer subayın da Liman von Sanders olduğunu belirtiyor.

Ülke içinde yaşayan diğer azınlıklar özellikle Rumlar 1917’de Yunanistan resmen İtilaf Devletleri yanında Türkiye’ye karşı harbe girmesine rağmen, hiçbir isyan hareketi başlatmadıkları için kendilerine karşı hiçbir yerde zorla yer değiştirme hareketi yapılmamıştır. Hatta Almanlar’ın istemesine rağmen Türk hükümeti böyle bir karara gerek duymamıştır... Türk Genel Kurmay Başkanı General Bronsart ‘Rumlar’ın Ege kıyı bölgelerinden çıkarılması askeri bir gereklilikti, fakat Talat Paşa Rumlar’ın isyan etmediklerini ileri sürerek izin vermedi’ diyor.” (Soytürk 5-6)

“Talat Paşa anılarında Doğu bölgesinde Van'da Nisan isyanından çok önce, herhalde Şubat ayındaki 1. Van isyanı sırasında olsa gerek, Genel Kurmay karargahının Ermeniler’in tehcirini Bakanlar Kurulundan istediği[ni], böyle bir kararın çıktığı[nı,] fakat uygulamanın Talat paşa tarafından kendisinin belirttiği nedenlerle geciktirildiği[ni] [yazar]. Talat Paşa “Ordu idaresi yeniden Tehcir Kanunu’nun uygulanmasında ısrar etti. Ben tekrar kabulü aleyhinde bulundum. Birkaç defa çok acı durumlar bana göstermişti ki, Hristiyanlar’ın Müslümanlar’a yaptıkları zulümler Avrupa'da büyük bir hoşgörü [ile] ve sessizce karşılandığı halde, Müslümanlar’ın en ufak bir hareketi haddinden fazla büyütülüyordu. Bu sebeple Ruslar’ın bu savaşta Ermenilerin yanı başında bulunması yüzünden çıkacak karışıklıkların bizim aleyhimize sömürüleceğini önceden biliyordum.” diyor. (Soytürk 10)

Talat Paşa’ya yapılan iftiraların en büyüğü kendisinin bir sözünün konunun bütün anlamı dışına çıkarılarak çarpıtılması sonucu yapılmıştır, yapılıyor. Alman konsolos Hohenlohe-Langenburg’un 4 Eylül 1915 tarihinde Başbakan Bethmann Hollweg’e gönderdiği telgrafta Talat Paşa’nın şu sözü alıntılanmıştır: “Ermeni sorunu artık ortadan kalkmıştır.” (Die Armenische Frage existiert nicht mehr.) Bu cümle sık sık sanki “Ermeniler’i yok ettik, bu yüzden sorun ortadan kalkmıştır” gibi yorumlanmakta ve tek başına kullanılmaktadır. Halbuki gönderilen telgraf şu şekilde:

“Talaat Bey übergab mir am 2. d. M. die in Abschrift beigefügte deutsche Uebersetzung von verschiedenen telegraphischen Befehlen, die er in Sachen der Armenierverfolgungen an die in Betracht kommenden Provinzialbehörden gerichtet hat. Er wollte hiermit den Beweis liefern, daß die Zentralregierung ernstlich bemüht ist, den im Innern vorgekommenen Ausschreitungen gegen die Armenier ein Ende zu machen und für die Verpflegung der Ausgewiesenen auf dem Transporte Sorge zu tragen. Mit Bezug hierauf hatte Talaat Bey einige Tage vorher mir gegenüber die Äußerung getan: la question arménienne n'existe plus. [Die Armenische Frage existiert nicht mehr.]” (http://www.armenianquestion.org/)

Görüldüğü gibi Talat Paşa Ermeniler’in kökünün kurutulduğunu filan söylememiş, ama zorunlu göç sırasındaki problemlerin kontrol altına alındığını ifade etmiştir. Nitekim kendisi Haziran 1915’te Ermeniler’in başına gelen kötü olaylar nedeniyle üç vilayete şu emir yazısını göndermiştir:

“Erzurum’dan ihraç olunan Ermenilerden beş yüz nüfusluk bir kafilenin Erzincan ile Erzurum arasında Kürtler tarafından katledildiği Erzurum Vilayeti’nden bildirilmiştir. İhraç olunan Ermenilerin yollarda hayatlarının korunmasına imkan nispetinde çalışılması ve sevkleri esnasında firara kalkışanlarla, muhafazalarına me’mur olanlara karşı saldırıda bulunacakların yola getirilmeleri tabiidir. Fakat buna hiçbir zaman ahali karıştırılmayacak (...)[4] ve aynı zamanda harice karşı da pek çirkin görünecek olayların olmasına kesinlikle meydan ve imkan bırakılmayacaktır. Binaen-aleyh o tarikle (yol) gelecek Ermenilerin güzergahlarında bulunan aşiretler ile köylülerin taarruzuna karşı her türlü esbab ve aracın istikmaliyle müdafaası ve katliam ve gasba cür’et edeceklerin şiddetle yola getirilmeleri lazımdır.”

İşte bu emri gönderen Talat Paşa soykırım tezini savunanlar tarafından sözde Ermeni soykırımının baş planlayıcısı ve uygulayıcısı olarak suçlanmaktadır. Sormak gerekir: Amacı soykırım olan bir hükümetin başı böyle bir emir yazısı gönderir mi?

Tehcir kanunuyla iki önemli bölgede ordunun cephe gerisi sağlama alınmak istenmiştir: Erzurum, Van, Bitlis bölgesi ve Mersin-İskenderun bölgesi. Bu bölgelerde Ermeniler düşmanla işbirliği yapmışlardır.

1917 yılında Rusya’da gerçekleşen Bolşevik Devrimi’nin ardından Rusya savaştan çekilmiş ve Brest-Litovsk barış görüşmeleri başlamıştır.

Alman Büyükelçisi Bernstorff Dışişlerine yazdığı 11 Aralık 1917 tarihli raporunda Talat Paşa’nın kendisine eğer Sovyet Rusya ile ayrı barış yapılırsa, Ermeniler için genel af ilan etmek niyetinde olduğunu, sürgün edilmiş ve/veya esir alınmış Ermeniler’in istedikleri yerde yerleşmelerine izin verileceğini ve kendilerine her türlü yardımın yapılacağını belirtmiştir. (SK 59)

1918 yılının Şubat ayında Brest-Litovsk barış görüşmeleri devam ederken Alman dışişlerine ulaşan bir yazı şu şekildedir:

“Rus işgali ile birlikte Türkler büyük sıkıntı ve acılara katlanmışlardır. Bu nedenle ileri harekât sırasında, Türkler’e baskı ve zulüm yapmış olan Ermeniler’e karşı misillemede bulunulabilir. Hem bizim hem de Osmanlı Devleti’nin çıkarları doğrultusunda Talat Paşa’yı yumuşatmaya ve barışçı bir siyaset izlemesini sağlamaya çalışmaktayım.” (SK 62)

Alman Başbakanı Graf Hertling 3 Mart 1918 tarihinde Alman parlamenteri Erzberg’e gönderdiği telgrafta ise şunları aktarır:

“Sorunun çözüme kavuşturulması için yapılan görüşmelerde Osmanlı devlet adamları, Ermeni çetelerinin yaptıklarından tüm Ermeni halkının sorumlu tutulamayacağı, ileri harekât esnasında hiçbir taşkınlığa meydan verilmeyeceği ve misillemede bulunulmayacağı hakkında inandırıcı açıklamalarda bulundular. Hatta bu konuda bizzat Sadrazam Talat Paşa ve Halil Bey, Alman Başbakanı’na ve Dışişleri Bakanı von Kühlmann’a güvence verdiler.” (SK 63)

Mondros Mütarekesi’nden sonra Damat Ferit Paşa sadrazamlığındaki hükümet Mart 1919’da çıkardığı bir kararnameyle Divanı Harbi Örfi’nin kurulmasını sağlamış ve mahkemenin başına Nemrut Mustafa Paşa’yı getirmiştir. Bu mahkemede İttihatçılar yargılandılar. Mahkeme iddianamesine göre suçları “savaş çıkarmak” ve “Ermeni katliamı”ydı. İddianemede asıl suçlu olarak başta Enver, Talat ve Cemal Paşalar olmak üzere birçok İttihatçı önder vardı. Tarık Zafer Tunaya’nın deyişiyle İttihatçılar “Adem ile Havva öyküsünden başlanarak” suçlanıyorlardı. Unutmamak gerekir ki, bu mahkeme kurulduğu zaman müttefik donanmaları çoktan (13 Kasım 1918) İstanbul’a gelmişlerdi. 28 Mayıs 1919 günü 78 yurtsever aydın Malta’ya sürgüne gönderildiler. Bildiğimiz gibi bu kişiler hakkında Malta’da “Ermeni katliamı” nedeniyle sürdürülen mahkemelerde İngiliz yargıçlar bir sonuca ulaşamamışlardı. Bu kişilerin serbest bırakılmaları da ancak Mustafa Kemal Paşa’nın kendilerinin serbest bırakılmalarını hızlandırmak amacıyla “Anadolu’da ne kadar görevli İngiliz subayı varsa hepsini tutuklayınız” emrinden sonra gerçekleşmiştir. Bu subayları hapishaneye konduktan sonra İngilizler birinci grup tutukluları serbest bıraktı ve bunlar arasında bulunan Sait Halim Paşa hemen sonra Roma’da cadde ortasında öldürüldü. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa ikinci grubun doğrudan savaş gemileriyle İnebolu’ya getirilmesini sağladı, çünkü İnebolu Anadolu hükümetinin kontrolündeydi. (HÖ 21)

Talat Paşa anılarında Hınçak ve Taşnak örgütlerinin faaliyetlerine ilişkin önemli belgeler sunduktan sonra şöyle der:

“Ermeniler’in bu isteklerini (bağımsız bir Ermenistan kurulmasından bahsediyor) haklı gösterecek tarihi hiçbir hakları yoktur. Osmanlılar doğu illerini Ermeniler’den almadılar. Ermeniler ise Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundan bugüne kadar sınırlarının güvenliği ve bağımsızlık konusunda hiçbir çaba harcamadılar... Vatanın bütün yararlı şeylerini paylaşan bu halk, onun kederlerine ve yüklerine asla katılmıyordu. Ülkenin mutluluğundan da, ıstıraplarından da çıkar sağlıyorlardı; vatan için hiçbir savaşa katılmadılar ve bu uğurda bir damla kan dökmediler.” (HÇ 189)

Talat Paşa ve Mustafa Kemal Paşa


Taylan Sorgun “Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü” adlı kitabında Talat Paşa’nın Enver Paşa’nın yerine ilerisi için Mustafa Kemal’i düşündüğünü iddia eder ve referans olarak Mithat Şükrü Bey’i gösterir. [Hikmet Çiçek’in kitabından aktarma]

Talat Paşa, Cavit Bey’e 1919 yılı içinde yazdığı bir mektupta şunları diyordu:

“Baha Bey ve arkadaşı (Enver Paşa’yı kastediyor) henüz hareket etmediler. Her şey hazırdır. Yalnız açık bir havayı bekliyoruz. Her ikisi de gözlerinden öpüyorlar. İstanbul’dan yeni bir haber almadım. Sen almışsan yaz. Ben ümidimi artık tamamen güneşin doğduğu taraflara bağladım. Bütün varlığımla o dairede çalışacağım. Ve cidden pek büyük ümitler besliyorum.” (HÇ 166)

Yine Cavit Bey’e yazdığı 14 Temmuz 1920 tarihli mektupta Cemal Paşa’dan aldığı bir mektuptan şöyle bahsetmiştir:

“Bu mektupta kendisinin daha bir hafta Moskova’da kaldıktan sonra Afganistan’a hareket etmesi uygun görüldüğünü ve Halil Paşa ile Baha’nın Kazan yoluyla Bakû’ye, oradan da dahile giderek Mustafa Kemal ile görüşeceklerini ve Ruslardan bir heyetin de bir miktar altın para ile kendilerine refakat edeceğini yazıyor.” (HÇ 166)

Talat Paşa ve arkadaşları Mustafa Kemal Paşa’yla yazışıyorlardı, ancak, Hikmet Özdemir’in ifadesine göre, Mustafa Kemal Paşa’nın eline ayağına dolaşmamaya gayret gösteriyorlardı. Yani kendi siyasi kadrolarının iflas ettiğinin farkındaydılar. Bir taraftan da Anadolu hareketinin başarıya ulaşması için kendilerine bir görev verilirse bunu yapmaya hazır olduklarını Mustafa Kemal Paşa’ya bildirmişlerdi. (HÖ 9)

Talat Paşa’nın dul eşi Hayriye Hanım’a Atatürk sahip çıkmıştır. Kendisine bir ev verilmiş ve şehit maaşı bağlanmıştır. Ayrıca Atatürk’ün İttihat ve Terakki’yle ilgili söylediği şu sözleri bu noktada hatırlatmak isterim: “İttihat ve Terakki’nin birçok kusur ve yanlışları olabilir. Fakat vatanperver bir kuruluştur.”